İlyas Dede yemyeşil ormanla kaplı iki dağın arasındaki vadide, yaz-kış gürül gürül akan buz gibi çayın kenarına yerleşmiş küçük kasabasında yaşıyordu. Her şeyi şifaydı buraların, mis gibi orman havası insanın ciğerlerini cilalıyordu adeta. Suyu desen dillere destandı. Annemin demesine göre doktorların bildiği bilmediği bütün hastalıkların dermanıydı kasabanın mütevazı kaplıcası. Şehirden hafta sonları akın akın insanlar gelir, küçük sevimli pansiyonlar dolar taşar, sokaklar, pazar yeri insan seli olurdu. Öyle ki bu kadar insan akşamları oyalanabilsin diye şehirdeki gibi yazlık sineması bile vardı. Akşamları en romantik Yeşilçam filmleri seyredilirken, bolca tuzlu ay çekirdeği yenilir ki kaplıcanın şifalı suyu daha bir iştahla içilebilsin. Pansiyonun verandasında annemler gazocağında demledikleri çayı yudumlarken, ben bu manzarayı bütün görüntüsü, sesi ve kokusuyla içime çekmeye çalışırdım. Ne zaman “gözlerim vagonları dolaştı üzgün üzgün” şarkısını duysam tekmili birden kasaba manzarası gözümde canlanır, gazocağının ve demlenen çayın kokusunu bile hissederim.
Biz annemin böbrek taşı nedeniyle ziyaret ederdik kasabayı. Zaman zaman anacığıma dayanılmaz acılar çektirdiğine şahit olduğum bu hastalık, kasabadaki kaplıca ve şifalı kaynak suyu sayesinde biraz yatışıyordu. Geldiğimizde İlyas Dedelerin pansiyonunda kalıyorduk. İlyas Dede-ki biz ona ablacığımla “Cennetlik Dede” derdik- dedemin yakın dostu, uzak bir akrabasıymış. Yaşı nedeniyle biraz beli bükülmüş olsa da hala dinç, kendince çevik, açık mavi gözleri hafif çukura kaçmış, bembeyaz sakalı itina ile düzeltilmiş, taranmış, yüzünü aydınlatan ve hiç eksilmeyen tebessümü, titrek sıcacık sesiyle benim masal kahramanımdı. Hikayelerde, masallarda anlatılan ak sakallı nur yüzlü dedeydi. Konuşurken yüzündeki mütebessim ifade devam eder, asla kırıcı incitici söz söylemez, kimsenin ardından konuşmazdı. Velhasıl hem görünüşü, hem hal ve hareketleri hem de ibadetlerine düşkünlüğü ile “Cennetlik Dede” olmayı hak ediyordu.
Annem anlatırdı, pansiyonculukla ucu ucuna biriktirdiği parayla hacca gitmek istemiş. Şehirden eşraftan, okumuştan dört kelli felli adamla yol ve oda arkadaşı olmuş. Cennetlik Dede bunlar önemli alim adamlar, ben bunların da hizmetini göreyim, sevaplarından nasipleneyim diye düşünmüş. Yemeklerini yapmış, sofralarını kurmuş. Ama bakmış ki koskoca alim adamlar haccı unutmuş siyaset peşine düşmüş, ha bire o parti bu parti tartışıp duruyorlar, fark ettirmeden ortadan kaybolmuş. Gece gündüz Kabe’nin çevresinden ayrılmamış.
Dönüşte bu kelli felli adamlar, kendilerini ziyarete gelenlere demişler ki:
__Biz Hacı olamadık, Hacı olmayı hak eden biri varsa o da İlyas Dededir. Biz neye gittiğimizi unutup gaflet içinde siyaset davası güderken ortadan kayboldu. Bir de baktık ki Araplar sırtlarına almışlar İlyas Dedeyi tavaf ettiriyorlar. Yüzüne öyle bir nur inmiş ki delikanlılar sırtlarında taşımak için birbiriyle yarışıyor. Haccın idrakine varan odur, gidin onu bulun, onu ziyaret edin.
Sonraları hastalık ve yaşlılık iyice belini büktüğünde de değişmedi Cennetlik Dede. Bir gün annemin rahatsızlığını duymuş, bizi ziyaret etmek istemiş. Mendilinin içine iki elma, birkaç ceviz, birkaç şeker koymuş. Kızı meraklanıp bunları ne yapacağını sorunca Cennetlik Dede:
__ Çocuklar için hediye, demiş. Kızı:
__ Ah babacığım bu kadarcıkla hediye olur mu, ben bir sepet hazırlarım şimdi, deyince cevap vermiş:
__ Çocuklar için hediye, demiş. Kızı:
__ Ah babacığım bu kadarcıkla hediye olur mu, ben bir sepet hazırlarım şimdi, deyince cevap vermiş:
__Yavrucuğum onlar benim gönlümden daha fazlasının geçtiğini, fakat ancak bunları taşımaya gücümün yettiğini bilir, bununla mutlu olurlar, sen merak etme.
Gerçekten İlyas Dedeyi, mütebessim yüzünü görmek bizim için dünyalara bedeldi zaten. Bizi düşünmüş olması, kalbinde bize de yer açması hazineydi. İyi ki seni tanıdık Cennetlik Dede. Kulun layık gördüğünü Allah Teala da layık görürmüş. Biz ablamla küçücük kalplerimizde onu Cennete yakıştırmıştık. Şimdi oradan bize tebessüm etmeye devam ediyor eminim.
0 Yorumlar